Muhtesibin
Yetkileri
Muhtesib,
yargı meclisine gerek duymaksızın
mesele hakkında bilgi sahibi olmanın
akabinde hukuka muhalif mesele hakkında
hüküm verme imkanına sahiptir. Onun
eli altında verdiği emirleri uygulamak
için, belli sayıda polis ve güvenlik
görevlisi bulundurulur ve verdiği
hüküm derhal uygulanır.
Muhtesibin
davaya bakması için yargı meclisine
ihtiyacı yoktur. Aksine hukuka
aykırı davranışın meydana geldiğini
kesin olarak bilir bilmez hemen haksız
davranışta bulunan kişi hakkında
hükmünü verir. Hangi zaman ve mekanda
olursa olsun, hüküm vermek hakkına
sahiptir. Çarşıda, evde, bineğinin
sırtında, arabada, gece veya gündüz
hüküm verebilir. Çünkü hukuki bir
meseleye bakmak için yargı meclisinin
bulunmasını gerektiren delil muhtesib
hakkında uygulanmamaktadır. Zira
yargıda, meclisin şart koşulduğu
hadisi şerifte şöyle denilmektedir: "İki
hasım, hâkimin önünde
otururlar." Ve yine hadiste: "İki
hasım, senin önüne gelip
oturduklarında" ifadesi vardır.
Hisbe hâkimi hakkında ise böyle bir
şeyin varlığından söz edilmez.
Çünkü hisbe hâkiminin karşısında
davacı ve davalı bulunmamaktadır.
Aksine, kendisine tecavüzde bulunulmuş
bir kamu hakkı veya şeriata karşı bir
muhalefet söz konusudur. Aynı şekilde
Rasulullah (s.a.v) buğday yığını
meselesine pazarda dolaşırken, satışa
sunulmuş halde iken bakmış ve
hükmünü vermiştir. Bunun için
buğday yığınının sahibini huzuruna
çağırmadı. Bu konuda hukuka muhalif
davranışı görmekle, olduğu yerde
meseleye baktı. Bu olay, hisbe ile
ilgili meselelerde yargı meclisinin
bulunması şartının olmadığına
delildir.
Muhtesib,
muhtesib şartlarını taşıyan
kimseleri kendisine vekil olarak
seçebilir. Bunları değişik yerlere
dağıtıp görevlendirir. Bu vekillerin,
kendilerine havale edilen meselelerde
tayin edilen görev bölgesinde veya
mahallelerinde hisbe görevlerini ifa
etme yetkileri olur.
Muhtesib,
Halife tarafından tayin edilmiş ise,
tayini kapsamında kendisine vekaleten
görev ifa edecek kimseleri atayabilme
hakkının verilmiş olması şarttır.
Şayet muhtesib, başkadı tarafından
tayin edilmiş ise, bu şarta ek olarak:
atanması esnasında başkadı'ya,
görevlendireceği hâkimlere,
kendilerine vekalet edecek kimseleri
tayin edebileceklerine dair yetki
verilmesi gerekir. Şayet başkadının
atanması böyle bir hususu kapsamıyor
ise, tayin ettiği hâkimlere kendilerine
vekillik edecek kimseleri atama hakkını
veremez. Buna bağlı olarak muhtesibin
de kendisine vekillik edecek kimseleri
atama hakkı olmaz. İster muhtesib,
ister kâdı, ister mezalim kâdısı
olsun; yerine bakacak vekil hâkim tayin
etme hakkını, ancak Halife tarafından
böyle bir atama hakkı verildiği
taktirde, veya başkadıya hem hâkim
tayin etme hem de görevlendireceği
hâkimlere kendilerine vekalet edebilecek
kimseleri tayin edebilme hakkını
verebilme yetkisi tanındığı halde
mümkündür.
Bunun
böyle olma sebebi de şudur; hâkime,
yani muayyen bir hâkimlik görevi olmak
üzere hisbe hâkimliği verilmiştir.
Eğer ona kendisinin yerine bakacak vekil
tayin etme hakkı verilmemiş ise, böyle
bir atama yetkisine sahip olamaz. Normal
hâkim de mezalim hâkimi de böyledir.
Bu konuda kâdılar arasından fark
yoktur. Çünkü onların her biri atama
metninde söz konusu edilen hususlarda
hüküm vermek üzere atanmıştır.
Atama belgesinde belirtilen hususlardan
başka bir alanda hüküm verme yetkileri
yoktur. Ancak göreve atama aktinde bunun
açıkça ifade edilmesi hali
müstesnadır. İşte hisbe hâkiminin
de, muhtesib görevlerini yapmak üzere
kendisine vekalet edecek kimseyi tayin
edebilmesi için, tayin emrinde bu
hususun açıkça ifade edilmesi
gereklidir. Başkadı da onun gibidir.
Hâkimin
kendisine vekalet edecek kimseyi
atamasının caiz olmasına gelince;
bunun da gerekçesi şudur: Peygamber
(s.a.v)'e bir mesele arz edilmiş, o da
bu konuda kendisine vekalet edecek
birisini tayin etmiştir. Bedevinin
birisi Allah'ın Rasulüne gelerek,
oğlunun bir adamın yanında hizmetçi
olarak çalışırken adamın hanımı
ile zina ettiğini ifade etmiş ve bu
konuda hüküm vermesini istemiştir.
İşte Peygamber (s.a.v) bu olay ile
ilgili olarak şöyle buyurmuştu: "Haydi
ey Üneys! Bu adamın hanımına git.
Eğer itiraf ederse o kadını recmet.”
Bu
olay, hâkimin belirleyeceği bir mesele
hakkında hüküm vermek üzere kendisine
bir vekil tayin edip gönderebileceğini
göstermektedir. Muhtesibin de böyle bir
hakkı olmalıdır. Çünkü o da
hâkimdir. Ancak, hâkimin kendi adına
vekil olarak görevlendirdiği kimseye
tam anlamıyla hüküm verme yetkisini
tanıması da şarttır. Yani tayinin
sahih olabilmesi için vekalet verilen
kimse, hem davaya bakabilmelidir hem de
hüküm verebilmelidir. Çünkü mahkeme,
bağlayıcı olmak üzere meselenin
hükmünü bildirmek demektir. Bu
anlamıyla hâkimlik görevi
parçalanmayı kabul etmez. Dolayısıyla
meseleye bakmak üzere onu tayin ederken,
hüküm verme yetkisinin tanınmaması
doğru değildir. Aksine o kimsenin
hâkim olabilmesi ve vereceği hükmün
sahih olabilmesi için tayinin tam
olması lazımdır. Fiilen hüküm
vermeyecek olsa dahi yapacağı işin
sahih olabilmesi için tayinin tam
olması lazımdır. Zira hâkimin hüküm
verme şartı yoktur. Çünkü bir
hâkimin, bir meseleye bakması ve onu
tamamlayıp hakkında hüküm vermeden
önce azledilmesi, aynı meseleye başka
bir hâkimin bakıp hüküm vermesi
mümkündür. Aynı şekilde hâkimin
vekilinin de, hüküm vermesi şartı
yoktur. Fakat onun tayin edilmesi halinde
meseleye bakma ve hüküm verme
yetkisinin ona verilmesi şart olarak
aranır. Yani tayin edildiği alanda
bütün yetkileri ile birilikte hâkim
olarak atanmalıdır. Muhtesib de aynı
şekilde kendisine tayin edeceği
vekillere tayin edildikleri olayda veya
yerde; hem meseleye bakmak, hem de mesele
hakkında hüküm verme yetkilerini
tanımalıdır. Ancak bu muhtesibe, tayin
edildiği vakit, kendi yerine vekil tayin
etme yetkileri tanınmalıdır.
Muhtesibin yerine vekil olarak tayin
edeceği kimselerin; Müslüman, hür,
adaletli, baliğ ve ele alacağı
meselelerin fakihi olması şarttır.
Yani muhtesibin kendisine vekalet edecek
kimselerde bizzat muhtesibde aranan
şartlar aranır. Çünkü onun vekil de
onun gibi bir hâkimdir.
|